Seyahat(name)lerdeki Antakya – 25
İmparator Julian’ın Antakya Ziyareti
Flavius Claudius Iulianus ya da Julian 331 yılında doğmuş 363 yılında hayatını kaybetmiş Roma imparatorudur. 361 ve 363 yılları arasında imparatorluk yapmış, felsefeyle ve edebiyatla ilgilenmiş, Platoncu düşüncelerin etkisi altında kalmıştı.
Julian imparator olmadan önce Avrupa’da zaferler kazanmış bir komutan idi. Soyundan geldiği Büyük Konstantin ve tüm aile bireyleri gibi Hristiyan adetlerine göre yetiştirilmiş hatta “ruhban sınıfının ast bir üyesi olarak takdir görmüştü”[1]. Aslında Julian günümüzün tabiriyle “takiyye” yapmış, hiçbir zaman inanmadığı Hristiyanlık için “mış gibi” davranmış ve nitekim imparator olduğu andan itibaren çok net bir biçimde geleneksel Roma dini olan paganizmi yüceltmeye çalışmıştır. Bu yüzden “dönek” olarak suçlanmış ve bu yafta öldüğü saniyeye kadar bir kez olsun peşini bırakmamıştır. Öyle ki bir Persli savaşçı tarafından savaş alanında öldürüldüğü genel kabul görse bile ölümünün ardında Hristiyan bir çabanın bulunduğu günümüzde bile göz ardı edilmeyen bir soru işareti olarak kalmıştır.
Julian’ın amacı Roma imparatorluğunu eski gücüne kavuşturmak da olsa artık tarihteki yerini doldurma aşamasına gelmiş çok tanrılı dini savunması akıntıya karşı kürek çekmekten başka bir şey değildi.
Öte yandan iktidarı tam olarak ele geçirdiği günden itibaren yaptıkları herhangi bir başka imparatorun yaptıklarından hiç de farklı değildi. Nitekim Roma İmparatorluğu gibi gücünü ve şanını yayılmacılıktan ve ordusundan alan büyük bir imparatorluğun en başındaki kişiden başka tür bir davranış da beklenemezdi. O da tüm öncüllerinin yaptığı gibi katliamlar yapmış, iktidarına engel gördüğü akrabaları dahil pek çok kişiyi katletmişti. Yakın dostlarından ve hakkında olumlu şeyler söyleyen az sayıda insandan biri olan Ammianus Marcellinus dahi onu bu tasfiyeciliği konusunda eleştirmişti.
O da kendisinden önceki pek çok Roma İmparatoru gibi Doğu’da kazanacağı zaferlerin hayalini kurmuş, ününü ancak böyle bir zaferle sağlayabileceğini düşünmüştü. Doğudaki düşman ise Romalıların sürekli düşmanı olan Perslerdi ve Persler Julian’ın Avrupa’da dize getirdiği “küçük haydut gruplarından” her anlamda çok daha güçlü idi. Kaynaklar, Julian’ın Perslere karşı yaptığı seferde kurduğu ordunun 4. yüzyılda yabancı bir düşman için kurulmuş en büyük Roma ordusu[2] olduğunu yazar. Ne var ki Julian bu seferde başarısız olmuş, hayatını kaybetmekle kalmadığı gibi kendisinden sonra gelecek Roma hükümdarlarına Roma topraklarından koparak genişlemiş çok daha güçlü bir düşman bırakmıştır. Julian’ın ölümünden sonra Roma imparatorluğunun Perslerle imzaladığı barış anlaşması pek çok Romalı tarafından “utanç verici”[3] bulunmuştur.
Ama bizim konumuz ne bu savaş ne de Roma yayılmacılığının akıbetidir. Konumuz Julian’ın Antakya’da geçirdiği dokuz ay boyunca yaşananlardır.
Tarihte son pagan Roma İmparatoru olarak bilinen Julian’ın Perslere karşı yürüttüğü o savaş sürecinde ordusuyla beraber İstanbul’dan ayrılarak 18 Temmuz 362’de Antakya’ya geldiği ve dokuz ay burada kaldığı bilinir. Julian’ın üç yılı bile bulmayan imparatorluğu sürecinin dokuz ayını Antakya’da geçirmesi tarihin akışını değiştiren olayların Antakya’da yaşanması demektir. Julian’ın Antakya ziyareti kendisi için tam bir hayal kırıklığıdır. Julian’a Antakya’da itibar edilmemiş, alay konusu olmuş, başarısızlığa uğramış, günlerce uykusuz kalmıştır[4]…
Julian’ın imparator olduğu dönem Hristiyanlığın Roma sınırları içinde alabildiğine yayılmaya başladığı bir süreçtir. Yaygınlaşmanın en fazla görüldüğü yerlerden biri de imparatorluğun en önemli şehirlerinden biri olan Antakya’dır ve hatta artık Antakya için bir Hristiyan şehri bile denebilir. Julian bu süre boyunca Hristiyanlığa karşı çıkmış, insanların eski pagan inanışlarına dönmesi yolunda çaba harcamıştır. Bazı kaynaklar Daphne’de Apollon anıtı önünde muhteşem bir pagan ayin düzenlenmesini istemiş, bu ayinde tören kıyafetleri içinde insanları bulacağını, Apollon’a ve diğer tanrılara adanmak için çok sayıda kurban kesileceğini umut eden Julian’ın alana gittiğinde kendisini sadece bir tane papazın karşıladığını ve onun elinde de adak için bir tane kaz bulunduğu yazar.[5] Bu tapınakta ilerleyen günlerde büyük bir yangın çıkmış, böylece pagan inanışının Antakya’daki en büyük simgesi bir daha kullanılamaz hale gelmişti. Bu yangından Hristiyanları sorumlu tutan Julian ise kentin en büyük kilisesini ibadete kapatmıştı.
Antakya’da kaldığı dokuz aylık dönem, çok net bilgilerle günümüze ulaşabilmiştir. Bu net bilgilere erişebiliyor olmamızın en önemli nedeni Julian gibi devasa bir imparatorluğun başında olan bir adamın varlığı ve bizzat kendisi tarafından yazılmış ve günümüze ulaşmış eserleri değildir sadece. Bu dönem aynı zamanda Ammianus Marcellinus gibi Roma tarihinin en önemli kaynaklarından birini yazan bir tarihçi ile Libanius gibi eşsiz eserler bırakmış bir sofistin birinci elden tanıklıklarıdır aynı zamanda.
Gerek Julian’ın günümüze dek ulaşan kendi anlatımlarında ve gerekse de bu iki önemli kaynağın eserlerinde dönemin Antakya’sı hakkında söylenebilecek bu net bilgiler şöyle sıralanabilir.
- Antakya’da eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik kriz ve kıtlık vardır ve bu kıtlık tarihte en iyi dökümante edilmiş bir kıtlık diye bilinir. Julian’ın ve ordusunun ziyaretinin kıtlığı daha da arttırdığı söylenir ki son derece gerçekçi bir görüştür. Nitekim sefer için aylarca Antakya’da kalan devasa ordunun “tıka basa”[6] beslendiğini yazar kaynaklar. Bu da çok doğal olarak imparatorun Antakya halkı ile arasını daha fazla açmıştır. Bu kıtlık Julian’ın bizzat kaleme aldığı hiciv metni olan Misopogon[7]’da da geçmekte ama Julian, kıtlığın sorumluları olarak Antakyalı stokçuları göstermektedir.
- Hristiyanlık Antakya’da ve tüm Roma İmparatorluğu sınırları içinde hızla yayılmaktadır. Julian buna karşın geleneksel Roma dini olan çok tanrılı dini korumak için akıntıya kürek çekmiştir. Ziyaretin ve dönemin en önemli sonuçlarından biri pagan inanışı korumak için yapılan tüm uğraşların sonuçsuz kaldığıdır.
- Roma İmparatorluğu Perslerle savaş halindedir ve bu tarihten sonra görülecek pek çok savaşta olduğu gibi Antakya bu orduların lojistik üssü konumundadır.
- Antakyalılar ve asıl olarak Antakya’nın hâkim sınıfları Julian’ı benimsememiş, bir filozofa öykünen dağınık sakalından, yaşam biçimine dek hemen her şeyi alay konusu yapmıştı. Ekonomik krize ve kıtlığa çözüm için beklenen Julian, Antakyalılarla iletişim kuramamıştı. Böylece bir de iletişim krizi ortaya çıkmıştı. İmparator Julian halkla kuramadığı ilişkide tüm problemi Antakyalılara yükleyerek Misopogon’u kaleme almış ve hiciv türünde bu metinle aslında çok güzel şeyler yapmaya çalıştığını ama Antakyalıların kendisini anlamadığını ve sürekli aşağıladığını yazmıştı. Bu metin Antakya’nın en büyük anıtlarında sergilenmişti.[8]
- Daphne’deki Apollon Tapınağı yok oldu…
[1] Roma nasıl Çöktü? Adrian Goldsworthy (Kronik Yayınları, Ocak 2022, S. 290, Çev: Samet Özgüler)
[2] Age, S. 298
[3] Sge, S. 304
[4] A Short History of Antioch, E. S. Bouchier, 1921, OXFORD BASIL BLACKWELL Yayınları, Londra, S. 158
[5] Bizans İmparatorluğu Tarihi, Cilt 1, A. A. Vasiliev, Çev: Arif Müfid Mansel, 1943
[6] Age, S. 297
[7] Sakal-Nefreti ya da Sakal Düşmanı anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Dağınık sakalıyla da Antakyalıların tepkisini çeken Julian yazdığı metne bu adı vermiş ve hiciv ile kendisiyle dalga geçenleri eleştirmiştir.
[8] Monarchy and Mass Communication. Antioch 362/3 revisited, LIEVE VAN HOOF and PETER VAN NUFFELEN