Site icon Dergilerden, Filmlerden, Kitaplardan

KORONA GÜNLERİNDE

KORONA GÜNLERİNDE

KORONA GÜNLERİNDE

KORONA GÜNLERİNDE
YÜREĞİ SAĞIRLAŞMAYANLARA
Sadık Güvenç
“Her sabah kalktığımızda penceremizi açıp ‘Günaydın doğa ve merhaba insanlar!’ diyebilmek çok güzel… ne güzel kuş sesiyle, köpek havlamasıyla uyanmak… Dikmen Vadisi’ndeki yıkılan gecekonduların bahçelerinden yükselen kavaklara, iğdelere, iki yıldır oturduğumuz okulumuz lojmanının bahçesindeki söğüt, akasya çınar ve erik dallarına bakarak uyanıyoruz. ”
Böyle başlamış salgın günlerinde tuttuğu günlüğüne Müslüm Kabadayı. Yaşama sevinci, yaşama tutkusu, yaşama bağlılık daha nasıl anlatılır ki? Umutsuzluk ve karanlık günlerde direncin, dayanışmanın, sıkıca direnmenin önemini anımsatıyor. Edebiyatın değiştiren, dönüştüren gücüne inanarak bunu tüm eserlerinde temel izlek yapıyor zaten. Kitapta öncelikle aile bireyleri arasındaki duyarlı yaklaşımlara, komşuluk, arkadaşlık, dostluk, öğretmen-öğrenci ilişkilerine, çevre ve toplumla ilgili sorumluluk bilincine dair bir yığın kıymetli davranış örnekleri de sergileniyor.
Günlükler, sıcağı sıcağına yazıldığından içinde oldukça duygusal yük de taşır. Yazıldığı günün, dönemin siyasi ve sosyal yansımalarını da bulursunuz bu türün içinde. Günlük yazarının duygu dünyasını, öfkesini, sevincini bir arada bulursunuz. Yazarla birlikte siz de yaşarsınız olan biteni. Dikmen Vadisi’nin nasıl boşaltıldığı, gecekondu halkının nasıl direndiği belleklerden silinmemiştir.
“Ankara’yı parsel parsel satanların” rant uğruna yurdundan yuvasından ettiği insanların, yuvasını arayan kuşlar gibi eski evlerinin yıkıntılarının yakınlarında dolanmasının da ustalıkla geri planlara gizlendiğini içiniz burkularak göreceksiniz. Gözünü para hırsı bürüyen müteahhitlerin, şehir estetiğinden bir kıdımcık anlamayan yöneticilerin dediği olur bu memlekette. Yağmuru, karı gözü görmez paranın. Hani “paranın rengi yok”muş ya! Yeter ki para olsun; yurdun, yuvanın, anıların kaçı kaç kuruş eder?
“Bana bir manivela getirin, dünyayı yerinden oynatayım.” demiş ya Arşimet; güveneceğiniz, dayanacağınız birkaç yoldaşınız daha olsa sırtınız yere gelmez. Gelmez de, nerde o birkaç güvenilir yoldaş? Hele de COVID-19 nedeniyle kısıtlamalı bir yaşam başlamışken, hele de herkes bir can telaşına düşmüşken, yan yana gelecek insanı koyduysan bul! Yıkımdan kurtulamayan lojman sakinlerinden biri olan yazar, yıkım kararına karşı lojman sakinleriyle birlikte bir mücadele başlatıyor…
1960 Hatay-Yayladağı’nın Kışlak köyünde doğan Müslüm Kabadayı, yazın dünyasına 1986’da “Yaşamın Tüm Birimlerinde Yoğunluk Sanat Kitabı”yla başladı. “Sınıflı toplumlarda dünyaya ve ülkene biraz da olsa duyarlıysan, azıcık vicdanın, merhametin varsa, eşitlikten yanaysan doğal seçimin sosyalizm olur.” diyor ya Haydar Ergülen bir yazısında, tam da uyuyor Müslüm Kabadayı bu tarife. Gerek günlüklerinde gerek araştırma ve inceleme kitaplarında gerekse öykülerinde yazarın toplumsal kaygı taşıdığını, toplum için sanat kaygısıyla yazdığını görmek mümkündür. Klasik bir deyişle “halk için edebiyat” düşüncesiyle yazıyor. Bu yüzden de sanat yapmak için uğraşmıyor. Yakın çevresinden başlayarak insan ilişkilerini, gündelik yaşam kaygılarını, dilinin döndüğünce dile getiriyor. Kurgu onun için hep ikinci planda kalıyor.
Müslüm Kabadayı’nın daha önce yayımlanmış “Suriye Günlüğü” ve “Hastane Penceresinden” adıyla yayımlanan günlük türünde iki kitabından başka öykü kitapları, sözlük çalışmaları, bibliyografya çalışmaları, inceleme ve araştırma kitapları var. Yazar, doğduğu toprakları hiç unutmuyor ve oranın kültürünü araştırıp kalıcı hale getirmeye çalışıyor. Bunu yalnız yazıyla yapmıyor; konferanslar, söyleşiler, seminerler düzenliyor. Davet edildiği illere, ülkelere üşenmeden gidiyor.
“Korona Günlerinde Doğal ve Dijital Yaşam 1” adını verdiği bu kitabın önsözünde kitabı yazış amacını şöyle açıklıyor: “Çünkü, salgınla ilgili yapılan modelleme çalışmaları göstermektedir ki korona aşısının bulunmasının bir yıldan önce gerçekleşmeyeceği gibi salgın, dalgalar halinde iki ila beş yıl, yani 2025’e kadar sürebilecektir. Dolayısıyla bütün ülkelerden deneyimler, gözlem ve araştırmalar yanında yaşantı örneklerinin de paylaşılması anlam kazanmaktadır.Türkiye’de korona vakasının görüldüğünün ilan edildiği 11 Mart’tan 23 Nisan’a kadar tuttuğum günlüklerin böyle bir işlev göreceğini düşünmekteyim. (…) Kitapta anlatılan gözlem, deneyim ve yaşantılar; doğadan tüketici ve yalnızlaştırıcı kopuşun yanlışları yanında, dijital teknolojinin nasıl kullanılması gerektiğine dair bilgiler-izlenim ve öneriler sunmaktadır.”
“Yüreklerinin kulakları sağırlaşmamış, beyinlerinin gözleri alıklaşmamış, bilinçleri doğaya ve topluma kapanmamışlara merhaba.” diye başladığı bir açık mektupla sona eriyor birinci cilt.
Kitabı okurken kendinizi sorgulayacaksınız. Sorgulamak, öz eleştiri yapmak iyidir, taze bir nefes gibidir. Taze bir nefes için açın pencerelerinizi, kulak verin Müslüm Kabadayı’ya.